İSTANBUL - BÜNYAMİN BEZCİ
“Avrupa İslam”ı tartışmaları şarkiyatçılık çalışmaları kadar eskidir. Bismarck sonrasında Doğu Avrupa ile yetinemeyen Alman şarkiyatçıları, tartışmalara İngiliz ve Fransızlardan sonra katıldılar. Fakat sömürge geçmişi olmayan bizleri en çok etkileyen de Almanların yaptığı tartışmalar oldu. Zira Kudüs’e vardığında “Müslümanların hamisi” olduğunu ilan eden II. Wilhelm de, Yahudilere karşı Kudüs müftüsünü yanında tutmaktan hoşlanan Hitler de Almanların Müslümanlarla ilişkisi bağlamında farklı düşünüyor değildi. Müslümanlar Slavlardan sonra “Drang nach Osten” (Doğuya baskı/ulaşım) politikalarının uç sınırlarını oluşturuyordu. Bismarck’ın Slav dünyasıyla sınırlanmasını daha gerçekçi gördüğü yayılmacı politikalarını, sonrakiler hırslarıyla aşmıştı.
Alman milliyetçi politikasının hafızasının bugünkü tartışmalarda etkisi olmadığını iddia etmek kolay değil. Fakat bugünkü sorunumuz Almanların yayılmacı politikalarıyla değil, Almanya’daki Müslümanların “kafeslenmesiyle” alakalıdır. Weber bürokrasiyi “demir bir kafese” benzetirken haksız değildi. Hatta Schmitt’i takip ederek Alman bürokrasisinin kurumsal gücünün Katolik Kilisesinin kurumsal gücünden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yani Almanlarda ve Fransızlarda bürokrasi güçlü ise bunu Katolik Kilisesinin kurumsal yapısının sekülerleşmesiyle açıklayabiliriz. Bu nedenle, Fransız İslam’ından bahsedenler de öncelikle helal ürünlere vergi, cami derneklerinin finansal yapısının disipline edilmesi, hac organizasyonlarının gözetim altına alınması ve imamların görevlendirilmesi gibi bürokratik konulardan başlıyor. Bir nevi Weber’in “demir kafesinin” Müslümanların yaşam tarzlarında hissedilmesi isteniyor. Kafes bizi hem boğan hem de rahatlatan bir unsurun ironisiydi. Kıta Avrupası’nın Müslümanlara yaklaşımı da farklı değildir: Bir taraftan onları boğmaya çalışmakta, diğer taraftan da rahatlatmaktadır. Bu nedenle, Müslümanlar içinde de Avrupa İslam’ı projelerinden rahatlama ve memnuniyet duyanların sayıları az değildir. Nihayetinde kafeste yaşamak, zannedildiği kadar korkunç olmayabilir.
Avrupa’da artan Müslüman nüfusu, nüfuz korkusunu da beraberinde getirdi. Günümüzdeki sorun da buradan kaynaklanıyor. Yoksa Müslümanların sayısal olarak artışında bir sorun görülmüyor. Asıl sorun belki de Müslümanların “Müslüman kalmasında”dır. Zira Geert Wilders’ın da ifade ettiği gibi, Müslümanlarla bir sorunu yoktur; sorun ona göre bir “şiddet kitabı olan” Kur’an’dan kaynaklanmaktadır. Yani sorun İslam’ın kendisidir, Müslümanlar değil. Zira Avrupa’nın bürokratik-ekonomik aklı, gelecek yıllarda ortaya çıkacak nüfus sorunlarını çözebilmek için Akdeniz’in diğer kıyısına ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, Türkiye dahil Akdeniz ülkelerini açık bir kamp olarak görmektedir.
“İslam’ın ehlileştirilmesi” ise iki bağlama oturmaktadır. Bunlardan ilki İslam’ın kültürel boyutunu dışlamaktır. Zira İslam teslim olmaktan ibaretse, aslında kültür bu teslimiyeti estetize etmektedir. Her estetizasyon gibi, onu bağlamından koparmasa da uzaklaştırmaktadır. Bir nevi kültür, teslimiyeti yumuşatmak isterken ertelemektedir. Kültürün “güzel” hallerinde dolaşmaktan teslimiyete vakit kalmamaktadır. Dahası kültür, yerel olanla harmanlanmış insanlık hallerine denk düşmektedir. Kültür eğer adap ile başlayan bir hal ise Müslümanın adabını belirleyen en önemli kaynak sünnettir. Fakat kültür dediğinizde sünneti aşan bir estetizasyondan bahsediyoruz demektir. Bu güzellemeler bize özgü olanla, yani Gökalpvari söylersek “hars”la da yoğrulduğundan Avrupa için katlanılmazdır. Yani Avrupa’nın istemediği Yahya Kemal’in dinidir ki onun modernliği daha da tehlikelidir; zira Avrupa ile aynı dili konuşmaktadır. Bu nedenle, buradan bakıldığında anlamsız görünse de, Erdoğan’ın “dini araç olarak kullanan bir milliyetçi” olarak damgalanması Alman için anlamlıdır. Çünkü kültürel olan dinle harmanlandıkça ve bu devlet tarafından korunaklı hale getirildikçe bir “sonderweg” (kendine özgü yol) oluşturmaktadır. Oysa tam da “sonderweg” iddiasıyla Alman kültürünü Avrupa uygarlığıyla ayrıştıran Almanlar için, İslam’ın kültür olarak yaşanması kadar tehlikeli bir şey yoktur. Eğer yaşanacaksa da bu bir Alman kültürü olarak yaşanmalıdır.
Müslümanların bu tutuma karşı farklı yanıtlar geliştirdiği görülüyor. Bu yanıtlardan ilki, dinlerine sahip çıkar gibi tepkisel olarak kültürlerine sahip çıkmalarıdır. Hatta bu din öylesine kültürle yoğrulmuştur ki dile sahip çıkmak da dine sahip çıkmakla eşdeğer görülmektedir. Bu tür kültürel yanıtların tam tersi de “inanç başka bir şey, kültür başka bir şey” diyenlerden gelmektedir. Kendini “Alman Müslümanı” olarak görenler, kültürel olarak Alman, dinî olarak Müslüman olduklarını düşünmektedir. Böyle düşünenler kendilerine örnek olarak (tersinden) Türklükle İslam’ı yoğuranları almaktadır. Bir de kültürü kimliklerinin bir parçası olarak gören, Türklüğünü bir kenara bırakma gereği duymadan Müslüman olma tecrübesini Almanya koşullarında yaşamak isteyenler var. Dikkat edilirse burada yapılan tartışma asıl olarak kültüreldir, dinî değil.
Sekülerleşmeyle birlikte dinin de kültürelleşmesi ve dahası kültürel kimliklerin keskinleşmesi, ayrımları derinleştirmektedir. Alman politikasının çağırdığı kültürel dünyada Müslümanlara nasıl bir yer ayrıldığı “Alman İslam Konferansı” çerçevesinde bile halen belli değildir. Ama din söz konusu olduğunda Avrupa’nın kültürel dilinden başka sunacağı bir varoluş alanı da mümkün görünmemektedir. Zira Avrupa’da din kültürel olarak var olmakta ve kurumsal olarak eylemektedir. Dini hayatın içinde en fazla hissettiğimiz yer kültür, en fazla gördüğümüz yer ise kurumdur. Yani Kilise olarak dini temsil eden kurumsallık hayatın her alanında gözlemlenebilir. Bu anlamda, Avrupa siyasetinin İslam’ı çağırdığı yer de bu iki alandır. Oysa güçlü bir inanç sistemi olarak İslam’ın da din olarak girmediği alanlar kültürel ve kurumsal alanlardır.
İslam’ın kültürle örtülemeyecek kadar sorgulamalara açık bir inanç sistemi olduğunu düşünülür. Yani İslam’ın estetize edilmiş ve güzelleştirilmiş hali değil, yalınlığı hakikat iddiası taşır. Hayata dair her alanı belirlemez, insanı bir noktada imtihanı ile yüz yüze bırakır. Bu nedenle, hayatında cennetle müjdelenmişlerin bile günahkâr olabileceği bilinir. Kimseye masumiyet atfedilmez. Masumiyet insanı bir nevi estetize ederek insanüstü bir varlık haline getirmektir. İslam’a teslim olmanın tek tesellisi tövbe kapılarının her zaman açık oluşudur. O da itirafla değil, gizlice ve kalben bir daha yapmamak üzere azmetmekle alakalı bir ümittir. Ama kesinkes bir vaat değildir. Avrupa İslam’ı peşinde koşanların bu derin yarıkları fark etmeleri mümkün görünmemektedir. Özellikle Alman kültürüyle yoğrulmuş, “nasip” kavramını bile kendi dünyalarında anlamlandıramayan yeni kuşakların bu tür incelikleri kavraması zordur. İslam “ince ayar” bir dindir ve bu ince ayarı da sünnet yapmaktadır. Hazreti Peygamber Müslümanların yaşam tarzının tek ayarcısıdır.
Avrupa dinin hayatımızda görünen kısmını ise kurumsal olarak kilise mümkün kılmaktadır. Kilise kurduğu hastaneler, yetimhaneler, yardım kuruluşları ve okullarla hayatın her alanında kurumsallaşmıştır. Din diye insanlara dokunan şey aslında kilisedir. Oysa İslam’ın kurumsal yanı inancı gereği zayıftır. Kimsenin kutsallık halesine bürünmesi de mümkün değildir. Veliler sevgili kullardır ama kutsal değillerdir. Kendiliklerinden hiçbir şeye güçleri yetmez; olsa olsa bazılarından daha iyi yalvarabilirler. Böylesi bir dünyadan kutsallık halesine sarılı kurumsallıklar çıkmamıştır. Kilisenin Avrupa’daki kurumsallığının Osmanlı dünyasında tek karşılığı vakıflardır ki onlar da kutsal değildir. Vakıflar yine affa dair bir ümidin kurumsallaşmış halidir. Arkasından gelebilecek bir sevap yumağı, kişide ancak umut olabilir, yoksa kişiyi kutsal kılmaz. Dinin büyük eserlerini kutsal kişiliklere atfetmeyiz; onları ancak dünyada varlıklı olanların kefareti gibi görürüz. Fatih Sultan Mehmet kendi adına affedilmek umuduyla cami yaptırır; camiyi “aziz” Akşemsettin adına yaptırmaz. Molla Gürani’nin kendi dünyalığı sağlamsa, o da affedilmek adına dünyada yararlı eserler bırakmaya çalışır. Hülasa böylesi bir inançtan kurumsallaşmış dini yapılar doğmaz.
Oysa Almanların Müslümanları çağırdığı dini eylem biçimi kurumsallaşmadır. Müslümanlar da nihayetinde seküler dünyaya adapte olduklarından bu çağrıyı garip bulmamakta, bir dini kurumsallığın doğal işlevi olarak düşünmektedir. Oysa din adına böylesi kurumsallaşmak bizatihi sorunludur. “Müslümanlar” gibi sosyolojik birliktelikler adına elbette dünyevi faaliyetler olarak hayır, hasenat işleri organize edilebilir. Ancak bu işler vakıf ya da dernek adına yapılır, din adına değil. Almanya’daki Müslümanların en önemli sorunlarından biri de burada karşımıza çıkmaktadır. Şimdiye kadar bir din olarak tanınmadıklarından, dinî olanı da vakıf ya da dernekler aracığıyla yaşamışlardır. Dikkat edilirse, seküler Türkiye’de bile cami dernekleri “camileri yaptırma ve yaşatma derneğidir” ve dinî birer kurum değildirler. Hatta dinî alanda örgütlenen bir devlet kurumu olarak Diyanet bile dinde son karar makamı değildir; dahası başkanı da kutsal bir kişilik değildir.
Alman dini anlayışının bunu anlaması kolay değildir. Bu nedenle Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ni (DİTİB) sadece dini alanda faaliyet gösteren, yani kurumsal olarak Müslümanların refahı için çalışan ve onlara yardım eden bir kurum olarak görmek istemektedir. Ayrıca yardım, eğitim ve şifa gibi “dini görevlerini” yerine getirirken de Alman kültürüne sadık kalmasını istemektedir. Oysa kültüre sadakat politik bir testtir, kültürel bir nitelik değil. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti’nin seküler ve laik niteliğinin ağır bastığı dönemlerde, farz edilen kültürel yakınlıktan dolayı, politik teste ihtiyaç hasıl olmamıştır. Bugün ise aslında yine farz edilen “İslamcı” siyasetten dolayı her an teste tabi tutulmak istenmektedir. Oysa kültür ve kurum üzerinden yapıldığı müddetçe, DİTİB gibi bir yapının bu testleri geçmesi kolay değildir. Dahası, geçmişte devletten, yani politik olandan bağımsız olduğu düşünülen Milli Görüş gibi yapıların da kültürel ve kurumsal testlerde başarılı olması inançları gereği zordur.
Alman İslam Konferansı bu farklılıkları düzlemeye çalıştıkça, elinde kalanlar Ahmediye, “Alman Aleviliği”, kendilerine liberal diyen sekülerler ve FETÖ artıkları gibi heterodoks gruplardan başkası olmayacaktır. Avrupalılar, özelde de Almanlar ne zaman kültür ya da kurum olarak değil, din olarak İslam’la yüzleşmeye cesaret ederlerse sorunu anlamış olacaklardır. Kısa vadede Ortodoksiyi temsil eden Müslümanlarla masaya oturduklarında, entegrasyon sorunu aslında o zaman müzakere edilmeye başlanmış olacaktır. Şarkiyatçı ya da eski Müslümanlara hazırlatılan raporlarla amel eden Avrupa siyaseti, muhtemelen sorunları çözemeyecektir. Fakat Avrupa’nın asıl istediği çözmek değil, güvenlik altına almaktır. Radikalleşmeyi önleyeceğini ve dini disipline edeceğini düşündüğü adımları atmaktan kısa vadede çekinmeyeceklerdir.
[Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Bünyamin Bezci Diaspora Araştırmaları Merkezi müdürlüğü görevini yürütmektedir]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
BİR AZİM VE BAŞARI HİKAYESİ: HAYRİ GÜNEŞ VE MÜYESE
Türkiye, yenilenebilir enerjide Avrupa'nın ilk 5 ü
Terör örgütü yandaşları Almanya'da Türk derneği ve
'Şehir hayatı ve gurbet bizi çok yordu'
Fortuna Düsseldorf Kenan Karaman ve Kaan Ayhan ile
Almanya ve Türkiye yapay zekada buluşacak
Türkiye ve dünya gündemi
'Almanya'da 3 camiye ve Sol Parti Genel Merkezi'ne
Beyaz Saray ve Pentagon'dan Türkiye ve F-35 açıkla
Hollanda ve Almanya'da camilere saldırı
Türkiye ve dünya gündemi
11. Türk Alman Kültür Günleri için geri sayım başl
Sultan III. Murad’ın Hayatı ve Hükümdarlığı
Bayramda kaplıca ve çamur banyolarına ilgi
"Düzenli egzersiz yüksek tansiyon ve inme riskini
İftar ve sahurda kayısı tüketin önerisi
Almanya'da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü
Almanya'da yabancı ve Müslüman karşıtlığı hala üst
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dünyada
Türkiye'den İngiliz ve Alman cezaevlerine "kapı" g
Avrupa'dan Sri Lanka'daki kilise ve otellere saldı
Milli kültür ve bilime adanan ömür: Oktay Sinanoğl
May ve Merkel Brexit'in ertelenmesini görüştü
Çay ve kahve akciğer kanseri riskini artırabilir
İklim değişikliği ve çevre sorunları için 'Dünya S
Türkiye ve dünya gündemi
Aerobik ve direnç egzersizleri 'kalbe' iyi geliyor
Pekmezin renk ve tat verdiği asırlık lezzet: Gires
'Facebook, Instagram ve Whatsapp'ta global sorun y
Türkiye ve dünya gündemi
Almanya'da kamu çalışanları 'uyarı grevi' yaptıBer
Türkiye ve dünya gündemi
Almanya ve Fransa, Avrupa'nın 'ortak sanayi politi
"AB ve ABD'nin çıkarları her zaman aynı değil"
Matematik, Felsefe ve Edebiyata Adanmış Bir Hayat:
Kano ve kürek takımlarının tercihi Köyceğiz Gölü
TBV Başkanı Faruk Eczacıbaşı: Dijitalleşme sayısız
Türkiye ve dünya gündemi
'Merkel ve Macron tarihe adlarını yazdırma peşinde
Çocuklarda dijital medya kullanımı iletişim ve gel
Antalya'da şiddetli yağış ve hortum nedeniyle zor
'Facebook, Whatsapp ve Instagram mesajları entegre
Karlı uçurumu aşıp doğum yapan anne ve bebeğine ul
Mutluluğun formülü; evli, çocuklu ve iş sahibi olm
Almanya ve Fransa’nın Siyasal ve Kültürel Dostluk
Südlicher Oberrhein Ticaret ve Sanayi Odası
'Karlı ve buzlu' yolları kullanan sürücülere uyarı
Mideyi de gönlü de doyuran tatil rotası: Gaziantep
Düzce'nin yaylalarında yeşil ve beyazın ahengi
Almanya İslam Konseyi Başkanı Kesici: Yukarıdan ad
Kültür sanatta 2018 böyle geçti
Poşetler manav, şarküteri ve ekmek reyonunda ücret
'Soğuk algınlığı ve gripte antibiyotiklere sarılma
Türkiye ve dünya gündemi
'Zeytinyağı, ceviz ve badem damarları gençleştiriy
Freiburg ve Çevresinde Ziyaret Etmeniz Gereken 5 N
Galatasaray ve Fenerbahçe'nin rakipleri belli oldu
İstanbul'da astronomi ve matematiği canlandıran bi
Almanya İslam Konferansı: Diyalog değil siyasi bas
Merkel’in gidişi Türkiye ve AB için ne anlama geli
'Zeytinyağı, ceviz ve badem damarları gençleştiriy
Karagülün ünü ve kullanım alanı artıyor
Merkel sonrası Almanya ve Avrupa siyaseti
Fetret Devri (1402-1413) ve I. Mehmed (Çelebi)
Anneler ve Oğulları: Erkek Çocuğu ve Anne İlişkisi
Türkiye ve dünya gündemi
Mevlana ve Sultan Abdülhamit Han 'Dünya Belleği' l
İlk milli ve yerli otomobil Devrim 57 yaşında
Türkiye ve dünya gündemi
Göksun'dan Almanya, Rusya ve Hollanda'ya ihracat
Dövizdeki hareketlenme ve sonuçları
Almanya Başbakanı Merkel: İstikrarlı ve büyüyen bi
Bel fıtığı ve kas ağrılarının tedavisinde geleneks
DİTİB Merkez Camisi Köln'ün sembolleri arasına gir
Ispanak ve zenfecil hastalık tespitinde kullanılac
Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Altmaier: Türkiye
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak: Almanya il
Zırh ve odun ateşinden çıkan lezzet: Tepsi kebabı
Roma, Bizans ve Osmanlı aynı yolu kullanmış
Un ve tereyağının lezzetli buluşması: 'Kaçamak'
Fransa'da bilgisayar ve cep telefonlarına yıllık v
Almanya Başbakanı Merkel: Yahudiler ve Müslümanlar
'Kısa yoldan kazanç ve şöhret gayesi YouTuberlığa
Lucescu: Başaramazsak Allahaısmarladık der ve çeke
Türk-Alman ilişkilerinde işbirliği alanları ve ris
Merkel ve Trump telefonda görüştü
Elazığ'dan Avrupa ve Japonya'ya balık ihracatı
'Türkiye, Avrupa'da güvenlik ve güvenilirlik anlam
Dolar ve Euro'nun ani yükselişinin ardından Hazine
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Amerika'nın Adalet ve İçişl
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve ABD'li mevkidaşı Pom
Çavuşoğlu ve Pompeo Singapur'da görüşüyor
Şehit anne ve bebeğine veda
'Uyku apnesi ve hipertansiyon arasında ilişki var'
Alman Hükümet Sözcü Yardımcısı Ulrike Demmer, Türk
Gençlik ve Spor Bakanı Kasapoğlu'ndan Mesut Özil'e
Bedelli askerlikte yaş ve ücret belli oldu
NSU kararı ve hesabı sorulmayan ırkçılık
Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Altmaier döner ke
Europol, AB Terörizm Durumu ve Trendi 2018 Raporu'